BERGAMA - page 16

tanrının nitelikleri ve neye egemen
olduğu o kadar az biliniyordu ki, onun
gün ışığını mı simgelediği yoksa yeraltı
ülkelerinin korkunç egemeni mi olduğu
tartışılmaya başlandı. Atalarının dinine
inatla bağlı Mısırlılar, bu yabancı
tanrıyı [Sinop’tan getirilen Serapis’in
tapkı heykelini] kentlerinin duvarları
içine almak [yâni, bunun tapınağını
kurmak ve oraya heykelini koymak]
istemediler. Ama, Ptolemaiosların
hoşgörürlüğüne karşı borçluluk
duygusu besleyen ve bu yüzden kralın
her buyruğuna boyun eğiveren kamlar
[rahipler], hiç direnmeden, Karadenizli
tanrının egemenliğine razı oldular. Bu
tanrıya, onurlandırıcı bir yerli köken
uyduruldu; bahtlı beleşçi, İsis’in kocası
ve Mısır’ın baştanrısı Osiris’in yerine
yatağa girdi, tahta oturdu.
Serapis tapkısının Sinop’tan Mısır’a
geçmesi konusunda,
Tacitus
’un
Tarih’inde daha da ayrıntılı bilgi vardır:
Adı geçen tanrının aslı faslı bizim
yazarlarımızca henüz anlatılmamıştır.
İşte, bu konuda Mısırlı kamların dediği.
Mısır’ın Makedonyalı krallarının
ilki, Mısırda güçlü bir devlet kuran
Ptolemaios, yepyeni Alexandreia/
İskenderiye kentini surlarla,
tapınaklarla, tapkı heykelleriyle
donatırken, düşünde ona olağanüstü
yakışıklı, insanlardan hayli uzun
boyda bir genç adam göründü, ona
“Karadeniz’e en güvendiğin dostunu
gönder, benim heykelimi getirt” dedi. Bu
heykelin getirilmesinin tüm krallık için
büyük bir mutluluğa başlangıç olacağını;
tapkı heykelinin, koruduğu yere ululuk
ve şan sağlayacağını da sözlerine ekledi;
sözünü bitirir bitirmez çok parlak
bir aleve sarınıp göğe yükseldi, gitti.
Ptolemaios bu gelecek bildirimi ve tanrı
görünümü karşısında şaşkın, düşünde
gördüklerini, bu gibi düşleri yorumlayan
Mısırlı kamlara açtı. Ama bu kişiler
Karadeniz ülkelerini ve genellikle
yabancı ülkeleri pek az tanıdıklarından
kral, Eumolpides soyundan [Atina’da
Demeter tapkısının kam’lığını yürüten
soydan] bir Atinalı olan ve Eleusis’den
getirtip Mısır’da kamlık görevi
yaptırdığı Timotheos’a, Karadeniz’deki
bu tapkının ne tapkısı olduğunu, o
tanrının hangi tanrı olduğunu sordu.
Timotheos, Karadeniz’e gidip gelmiş
kişileri bulup bu konuyu onlardan
soruşturdu; öğrendi ki, orada Sinop
kenti vardır, bunun yakınında çevre
halkı arasında çok ünlü bir tapınak, Zeus
Dis [İkinci Zeus] tapınağı bulunmaktadır
[Bergama’nın yanıbaşındaki Madra yâni
Ma-Adra, Ana’nın, Ana Tanrıçanın-
Erkeği adı içinde ve Milâs yanıbaşındaki
Sodra yâni Suwa-Adra, Kutsal-Adra
adı içinde hâlâ yâşayan Anadolu
baştanrısı Adra=Erkek, Koca, Sinop’da,
hellenleşme döneminde “İkinci Zeus”
edilmiş!]; ayrıca, bu tapınakta tanrının
tapkı heykelinin yanında halkın
Proserpine dediği bir tanrıçanın heykeli
de vardır. Her ne ise, tüm krallardan
bekleneceği üzere, Ptolemaios önce
ürktü, derken bu ürküntüsü zamanla
geçti; dinsel törenlerden, işlerden çok
eğlenceye, keyfe düşkünlük gösterdi;
bu konuyu yavaş yavaş aklından çıkarıp
başka işlere bakar oldu; arkasından,
aynı düşü yeniden gördü. Ama bu kez
düşündeki tanrı ona “Eğer buyruklarımı
dinlemezsen bu hem senin hem de
krallığının sonu olacak” diye bildirdi.
Bunun üzerine Ptolemaios, o aralık
Sinop’ta egemen kral Skydrothemis’e
armağanlar sunacak bir elçiler kurulu
gönderdi; bu elçilere, yolda Delphoi
Apollon tapınağına uğrayıp gelecek
bilicilerle konuşmalarını, konuyu
danışmalarını buyurdu. Elçiler, rahat
bir deniz yolculuğu yaptılar, Delphoi
bilicisinin yanıtı da açık seçik oldu;
gelecek bilici, tanrı Apollon ağzından
onlara “Gidin, babamın heykelini alıp
Mısır’a götürün, ama kızkardeşimin
[Proserpine’nin] heykelini bırakın” dedi.
Elçiler, Sinop’a varınca
Skydrothemis’in önüne çıktılar,
armağanlar sundular, dileklerini
ilettiler… [ve
Tacitus
’un ayrıntılı olarak
anlattığı gelişmeler sonrasında, heykeli
İskenderiye limanına getirdiler].
Bergama’daki yapı üzerine bilgi
Şimdi Kızıl Avlu denen yapı, ilkçağ
Bergaması'ndan günümüze kalmış
yapıların en sağlam durumda
olanlarından biridir. Bulunduğu yer,
Yukarı Hisar’a çıkmak için çağdaş
Bergama’nın içinden geçtiğiniz sırada
izleyeceğiniz yolun (çarşı bitiminde)
sola dönüp kentin kıyı mahallelerinde
yokuş çıkmaya başlamasından önce,
yâni dönemeç yeri yakınında, yolun
sağındadır. Görkemli bir kaleye
benzeyen kalıntı arasındaki ana yapının
duvarlarında tuğla kullanıldığı, o
yüzden duvarlar kızıl renkte olduğu için
yapıya günümüzde Kızıl Avlu dendiğini
bir kez daha belirtelim. İlkçağda,
duvarların yüzü mermer kaplıydı;
yukarı bölümlerde o mermerlerden
bazısı hâlâ yerinde durmaktadır.
Serapis tapınağı olduğu sanılan yapı,
avlusuyla birlikte, 100 m. x 260 m.’lik
bir alanı kaplar. Bizans çağında kiliseye
dönüştürülmüştü. Avlunun altındaki iki
ilkçağ tüneli içinden, (Kaikos/Bakırçay
kollarından) Selinos/Bergama Çayı (ya
da, Üçkemer Çayı) akmaktadır. Buradan
gelen su, tapınaktaki kutsal havuzları
dolduruyordu. Selinos Hellen dilinde
“kereviz” demek ise de, bu adın, Luvi
dilinden yahut onun ardılı bir Anadolu
dilinden, örneğin burada (çünkü aynı
adı Anadolu’nun başka yerlerinde de
görüyoruz) Lydia dilinden gelmiş asıl
adın Hellenleşme döneminde Hellen
ağzına göre çarpıtılmış biçiminden ibaret
bulunması güçlü bir olasılıktır.
Tapınak yapıları, büyük avlunun
doğu yanındadır ve Hadrianus dönemi
yapıtıdır; bunların birçok bölümü ayakta
kalmış durumda günümüze gelebilmiştir.
Bunların kuzey ve güney bitişiğinde,
birbirine eş, kale burcuna benzer biçimde
iki eklenti yapısı vardır ve her ikisi
neredeyse sapasağlam durmaktadır.
O kadar ki, kuzey yanda yâni çarşı içine
yakın olanı câmi olarak kullanılıyor.
Kızıl Avlu
128
B E RGAMA’ DAK İ İ L KÇAĞ K A L I NT I L AR I
1...,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15 17,18,19,20
Powered by FlippingBook